<$BlogRSDUrl$>

Çarşamba, Haziran 18, 2008

Egemenlik kavramı üzerine 

Anayasamızdaki parıltılı lafların altını kazıyınca sistemin gerçek yüzü açığa çıkacaktır. İşte, 6. maddeye bakalım.

> MADDE 6. -- Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir.
> Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili
> organları eliyle kullanır.
> Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya
> sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan
> almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.

Türkiye'deki bürokratik vesayet sisteminin veya Türk tipi oligarşinin özü bu maddede. "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir" diye başlıyor ama sonra, egemenliğin bürokrasi tarafından nasıl kayıt ve şart altına alındığını görüyoruz. "Türk Milleti, egemenliğini, anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır" diyor. Görünüşte, kuvvetler ayrılığı ilkesinin bir yansıması gibi görünüyor bu madde, ama o kadar basit değil. "Yetkili organları" diyor. Şimdi sorun bakalım kendi kendinize, KİMİN YETKİLİ ORGANLARI? Bu sorunun cevabı bu anayasada yok.

İşte, "Bu anayasa çok kötü yazılmış" derken kastedilen bu! Milletin yetkili organları olabilir mi? Burada söz edilen, devletin yetkili organları. Ama oraya "devletin yetkili organları eliyle kullanır" diye yazılmamış. Ya anayasayı yazanlar, zihinlerinden geçirdiklerini kağıda dökmekten acizmişler, oraya "devletin" kelimesini koymayı unutmuşlar, ya da başka bir şey var burada, o da şu, anayasayı yazanlar, devlet ile millet arasındaki ilişki üzerine hiç kafa yormamışlar. Başka bir deyişle, devletin kurucu metni olarak anayasanın, devlet ile millet, hatta bir adım ileri gidecek olursak, devlet ile birey arasındaki ilişkileri düzenleyen bir metin olduğunu, daha doğrusu olması gerektiğini bile anlamamışlar. Adamların böyle bir derdi hiç olmamış. Biraz daha düşününce, anayasayı hazırlayanların kafasında şu denklemin olduğu yavaş yavaş beliriyor: Devlet=millet. O zaman, bu cümlede "kimin yetkili organları?" sorusunun cevabının olmayışı anlaşılır hale geliyor. Cevap: Kimin olduğunun ne önemi var, ha devletin yazmışız, ha milletin, ikisi de bir, ikisi de aynı değil mi?

Yazdıklarımı buraya kadar takip etmiş ve hala sonuca varamamışsanız ben açıklayayım. Bunun adı faşizmdir.

Şimdi, tekrar "yetkili organlar" konusuna dönüyorum. Kim bu organlar, yasama, yürütme, yargı mı? Hayır, böyle bir genelleme yapamıyoruz, öyle olsa memleketimizde başbakana küfreden bir tuğgeneral hala görevine devam edemezdi. Cümlenin başında "Anayasanın koyduğu esaslara göre" diye yazmış ya, anayasada sayılan bütün kurumlar, yani Anayasa Mahkemesi, yani YÖK, yani Türk Silahlı Kuvvetleri, hepsi egemenliğe ortak oluyorlar. Egemenliği kullanıyorlar ya, egemenliğe ortak oluyorlar. Şimdi Deniz Baykal'ın "Milli irade Anayasa Mahkemesi'nde tecelli etmiştir" sözü anlam kazanıyor. Yahu böyle bir şey mümkün olabilir mi? Milli irade bir mahkemede nasıl tecelli edebilir? İşte böyle bir anayasa maddesi olursa, egemenlik böyle yetkiyi her kullananın elinde pay edilirse oluyor. Bu rejimin adı bürokratik oligarşidir.

Burada hemen, 6. maddenin ikinci cümlesinin anayasa metnimize 1961 anayasasıyla girdiğini hatırlatayım. Milli egemenlik kavramı, TBMM kuruduğu zaman duvarına asılan "Hakimiyet bila kayd ü şart milletindir" ifadesinde kendini göstermişti. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu, Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Millet egemenliğini TBMM aracılığıyla kullanmış, Kurtuluş Savaşı'nı bu meclis yapmıştı.

Burada, siyaset felsefesi ve siyaset teorisi geleneğimizin ne kadar fakir, ne kadar yetersiz olduğu ortaya çıkıyor. Bir süredir iş icabı bu konularla ilgileniyorum, o yüzden biraz aşinayım, ama yakın zamana kadar "political philosophy" diye bir şeyin varlığından bile haberim yoktu. Bize ortaokulda Vatandaşlık Bilgisi dersinde Rousseau'nun "toplum sözleşmesi" kavramından söz ettiler, ama o derste kastedilen sözleşme, "Allah ordumuzu başımızdan eksik etmesin" üzerinde silah zoruyla yapılmış bir sözleşme imiş meğer. İş Rousseau'yla da bitmiyor ki, bunun Aristosu var Eflatunu var, Locke'u, Hobbes'u, Mill'i var, ki daha yirminci yüzyıla bile giremedik, Carl Schmitt'i, Ulrich Beck'i, Anthony Giddens'i, Habermas'ı, John Rawls'ı, Gramsci'si var, var oğlu var. O kadar konuşup duruyoruz, şu anayasa metnine bakınca insan merak ediyor, "Yahu kardeşim, egemenlik egemenlik deyip duruyorsunuz, siz ne diyorsunuz? Egemenlik nedir, egemenlikten ne anlıyorsunuz, önce buna cevap verin!" Hani egemenlik diye bir kelime uydurmuş olmasaydık, hakimiyet deyince, oradan bir felsefe dili üretebilir, hikmet, hüküm, hakim gibi kavramlarla ilişki kurabilirdik, ama egemen deyince hiçbir şey ifade etmiyor, hiçbir şey anlaşılmıyor. Sonuç itibarıyla bu madde, Çin Halk Cumhuriyeti veya İran anayasasındaki, kulağa hoş gelen maddelerden farkı olmayan, içi boş bir maddedir.

Benim anladığım kadarıyla egemenlik, özü itibarıyla bölünemez, ortak kabul etmez bir kavramdır. Oysa bu maddede egemenliğin yetkili organlar eliyle kullanılacağı ifadesi, egemenliği parçalıyor. Burada milli egemenlikten değil, olsa olsa milli egemenlik maskesi arkasında çeşitli egemen odaklar arasında yürüyen bir iktidar kavgasından söz edebiliriz.

Bu maddede egemenliğin nasıl anlaşıldığını üçüncü ve dördüncü cümlelere bakarak anlayabiliriz. Üçüncü cümlede geçen "egemenliğin kullanılması" ifadesiyle sonraki cümlede geçen "devlet yetkisi"nin kullanılmasını karşılaştırın. Sonuç: Egemenlik=devlet yetkisi. Buram buram pragmatizm ve oportunizm kokan bir sonuç bu. Buradan ne bir siyaset felsefesi çıkar, ne bir siyaset kuramı, ne de bir düşünce sistematiği. Böyle anayasası olan bir ülkede 3 cumhurbaşkanı bir kurala göre seçilir, sonra dördüncüsü gelir, kural keyfe göre değişir, 367 diye bir icat yapılır. Durum bu.

|

This page is powered by Blogger. Isn't yours?